Bronz çağından beri kullanılan bir enstrüman olan zilin İstanbul’daki geçmişi, 17. yüzyılda bu şehirde yaşamış Ermeni metal ustası I. Avedis’e kadar uzanır. 1618’de, geliştirdiği bir bronz alaşımından ilk zillerini üreten Avedis, II. Osman tarafından kendisine takılan “Zilciyan” lakabıyla Yeniçeri ordusu için zil yapmakla görevlendirilir. İstanbul’da böylece başlayan zil üretimi, siyasi, ticari, endüstriyel ve kültürel dönüşümlerin şekillendirdiği bir süreçte Avrupa ve ABD’yi de kapsayacak şekilde genişler. Avedis’in, babadan oğula aktarım yoluyla kuşaklar boyu bir sır olarak saklanan reçetesi, bugün kentte belli başlı markalar tarafından geleneksel yöntemler kullanılarak üretilmekte olan zillerin de nüvesini oluşturur. Binlerce çekiç darbesiyle şekillendirilen el yapımı her zil; onu var eden karmaşık süreçlerden arta kalan örtük bir potansiyel, elinden çıktığı ustanın davranışının belirlediği özgün bir armonik karakter barındırır. Vasıta, parçası olan zillerle yapılmış ses kayıtlarından oluşan bir kompozisyonu hoparlörler yardımıyla aynı enstrümanlara geri aktaran, mekâna özgü bir enstalasyondur. Fiziksel temas yoluyla bu enstrümanlara geri beslenen ses, zillerin doğal frekanslarıyla örtüştüğünde, ziller titreşmeye başlar. Belirli zilleri yakalayarak, rezonansa sokan bu frekanslar; içinde, kimlik, geçmiş, malzeme, gelenek ve coğrafya gibi mefhumların da hizalanarak duyumsanabilir olduğu bir çeşit yankı odası yaratır. İstanbul Agop fabrikasında üretilen ve çeşitli arazlara sahip oldukları için kusurlu bulunarak ıskartaya ayrılan bu ziller, fabrikaya teslim edildiklerinde eritilerek, yeni zillerin yapımında kullanılacak alaşıma geri katılacaktır.