Makale
Hüseyin Çağlayan ile Kapsamlı Bir Söyleşi
22 Aralık 2022
Sakıp Sabancı Müzesi
Hüseyin Çağlayan, Sakıp Sabancı Müzesi’nde 8 Ocak 2023’e kadar devam edecek olan Souffleur isimli sergisi kapsamında Sakıp Sabancı Müzesi Yayınlar Editörü Ecem Arslanay ile çevrimiçi bir söyleşi gerçekleştirdi. Söyleşi, yeni medya aracılığıyla beden ve modern antropolojiye odaklanan Souffleur sergisinden yola çıkarak, sanatçının tüm dünyada takdir gören yaratıcı pratiğini kapsamlı bir şekilde ele alıyor.
İki yıl üst üste Yılın İngiliz Tasarımcısı ödülünü alan, Britanya İmparatorluğu Şövalyelik Nişanı ve Londra Tasarım Madalyası sahibi, Kraliyet Sanat Birliği tarafından Kraliyet Tasarımcısı ilan edilen sanatçı; interdisipliner pratiğine dair özgün yaklaşımları, yöntemleri, kavramları ve kavrayışları bizlerle paylaşıyor.
Bedenle hikâye anlatan, bedene farklı sorular soran ve beden için farklı zeminler yaratan üretiminde, antropometriye dair kavrayışını nasıl geliştirdiğini konuştuk. Başka bir evrene aitmiş gibi duran yaratımlarının altındaki bilgeliğin izini sürdük. Hem kişisel tecrübelerinden hem de insanlığa dair çok genel anlatılardan yola çıkan esin süreçlerine değindik. Japonya’nın asırlık izolasyon dönemini kendi yalıtılmış çocukluk dönemi ile ilişkilendirdiğini, yaratıcı üretim için kapanmayı önemsediğini öğrendik.
Mimari, felsefe, bilim, tarih, antropoloji, biyoloji ve teknolojiden beslenen sanatçının; mühendisler, biyologlar, teknisyenler ve nicesiyle işbirliklerinde iletişim becerisinin önemini konuştuk. Beraber çalıştığı ekipleri sürekli yeni deneylere ve medyan okumalara teşvik ettiğine değindik.
Bünyesinde moda tasarımını da barındıran bir güzel sanatlar okulunda okumuş olmanın katkılarını ve Londra’da liberal bir ortamda eğitilmenin önemini vurgulayan sanatçı; cinsiyet ve kimlik akışkanlığı, modernizmin ve postmodernizm, hümanizm ve posthümanizm, analog ve dijital dünya gibi pek çok temayı ele aldı. Yaşadığımız çağın bilgi bolluğunu, sınırsızlaşma hâlini, doyumsuzluğunu, kültürel önyargılarını, toplumsal yerine bilimseli önceleyen tavrını tartışmaya açtı.
2000’lerdeki ikonik tasarımlarını, yapay gerçeklik ve artırılmış gerçeklik teknolojilerini, zamanın ruhunu, zaman algımızı, tarihteki tekerrürleri, çağlar boyunca kendi anatomisinden sıkılan insanı, yaşamın ve ölümün döngüselliğini, gömme ritüellerini, mekân ve deneyimin sınırlarını ve tasarımın doğasını konuştuk.
Tasarımda geleceğe bakmaktan ziyade, zamansız olmayı önemsediğini, zamanı akışkan bir kavram olarak değerlendirdiğini vurgulayan sanatçı; nesnelerin zamansal boyutunu önemseyen pratiğinde, yaratımlarının “kendi hayatları” olduğunu açıklayarak, hareketli imgeyle olan ilişkisini de tartıştı, sinemanın fiziksel sınırlarını ve farklı sergileme biçimlerini ele aldı.
“Topyekûn sanat” (Gesamkunstwerk) kavramının sanatsal pratiğinde nerede durduğunu cevapladı, kariyerindeki evrimsel süreci açıklamaya çalıştı ve gelecek projelerine dair ipuçları verdi.
Hikâye anlatmayı ya da belirli bir bakış açısı yaratmayı önemsediğini vurgulayan sanatçı, bizi Souffleur sergisindeki eserlerinin üretim süreçlerine dair de aydınlattı. Sadler’s Wells’in artistik direktörü ve CEO’su Alistair Spalding’ten gelen teklifle yönettiği ve tasarladığı Yerçekimi Yorgunluğu (Gravity Fatigue) eserini bütün üretimlerinin bir sentezi olarak gördüğünü vurgulayan sanatçı, 2015 tarihli bu eserinin 2022 tarihli yeni eserleriyle güçlü bir bağı olduğunu düşünüyor. Gösteri sanatları alanında verdiği bu ilk eser; kimlik, bedensizlik, göç ve metamorfoz gibi birçok konuyu ele alarak, antropolojiye dair zamansız bir anlatı sunuyor.
Souffleur sergisi kapsamında sanatseverlerle ilk defa buluşan eserlerinden Sahte Kutlamalar (Fake Celebrations) (2022) dijital evrenin yarattığı izolasyon hâline dair bir protesto niteliği taşıyor.
Farklı coğrafyalardaki sömürgecilik senaryolarını ve dans janrlarını inceleyen Sömürgecilik Sonrası Beden (Post-Colonial Body) de tahakkümü ve ona gelişen direnci, yerel bir protesto hâli olarak ele alıyor.
Özenmeyi oyuncu ve yaratıcı bir tavır olarak olumlayan Özenme (Pre-tension) (2022) ise, Harlem’in balo kültürünün bir uzantısı olarak 1980’li yıllarda gelişen ve toplumsal cinsiyeti bir performans olarak alan voguing dans kültürünü, heteronormatif anlatılara dair bir tür protesto olarak ele alıyor.
Sanatçıya göre enstalasyonlarda yer alan her obje, bahsedilen konularda boşlukları doldurarak “suflör” görevi görüyor.
İngilizce altyazı seçeneği bulunan söyleşiyi aşağıdaki bağlantıya tıklayarak izleyebilirsiniz:
https://medium.com/media/132247f2fd42f890a29b428cf769dc6c/href